Osmanlı medeniyetinin tarih boyunca bir değeri olmuştur bahçeler…
Mevcut kaynaklardan elde edilen bilgilerin yeterli olmayışı, diğer taraftan da ait oldukları devirlerden kalma bahçe örneklerinin günümüze ulaşmamış olmaları, Osmanlı bahçeciliği üzerine yapılan araştırmaları zora sokmaktadır.
Tüm bu olumsuzluklarla birlikte, mevcut olan kısıtlı kaynaklardan elde edilen bilgiler doğrultusunda asla ihmal etmedikleri bahçecilik alanındaki durum, aşama, faaliyet ve hamleleri, belli başlı örnekleri kısmen de olsa hatırlatılarak, Türk Bahçecilik Tarihi’ne dair bir pencere açılmış olacaktır.
Yapılan süslemelerde çiçeklerden esinlenen ve bunu çeşitli örnekler halinde taşından toprağına kadar aşılayan bir milletin, hem estetik hem işlevsel anlamda bahçelere gereken önemi vermemeleri çok uzak bir ihtimaldir.
Eski ve yeni bütün medeni milletlerde görülen ilk vatansever ve medeni gelişme adımının bahçe yaratmakla başladığını kabul ettiğimize göre, Türk bahçeciliğinin her halde çok eski devirlere kadar uzanıp giden bir geçmişi olması da mantıken gereklidir.
Ayrıca bahçecilik ve çiçekçilik alanında vaktiyle yetişen Türk ve bilhassa Osmanlı mütehassıslarının sayıca bolluğu ise, diğer milletlerinkiyle her bakımdan boy ölçüşebilecek durumda oldukları da bir gerçektir.
Osmanlı Türklerinde bahçeciliğin bir bilim dalı ve sanat olarak görülmesi oldukça eski tarihlere dayanır. Bu eskiliğin hicri 900 (1495) tarihlerinden daha geçmiş zamanlara doğru uzanıp gittiğini gösterecek nitelikte “Tezkire-i şükufeciyan”, “Revnaku’l-ezhar”, “Şükufename”, “Mi’yaru’l-ezhar”, “Ferahname” ve”Garsname” gibi bir takım tarihi kaynaklara rastlanmaktadır. Hicri 1100 (1689) yıllarında Şehremini Cami’nin hatibi olan Übeydullah Efendi yazdığı Netayicü’l-ezhar (Tezkire-i şükufeciyan) adlı çiçekçi kitabında çiçekseverliğe gayret edilmesinin çiçek yetiştirmede ne derecede etkili olduğundan, zamanında mevcut olan çiçeklerin kimler tarafından ilk olarak yetiştirildiğinden bahsetmektedir.
Ayrıca alfabetik sırayla çiçekçilikle uğraşan şahısların adlarını da kitabında sıralamıştır ki bunlar arasında Ebüssuud Efendi ile İbrahim Han zade Ali ve Mehmed beyler, İmam zade Mehmed Çelebi, Yeniçeri efendisi İsmail, Anbarcı zade, Bostan zade Mehmed Efendi, Piri Paşa zade Seyyid Cemali Bey, Tezkireci Mehmed Efendi, Tacir Mustafa Çelebi, Cüce Hüseyin Çelebi ve Hasan Beşe gibi isimler bulunmaktadır.
Ubeydullah Efendi’nin bu eseri, Osmanlı bahçeciliğinin geçmişi incelenirken başvurulması gereken tarihi kaynakların başında gelir. Bunlardan başka Avcı Sultan Mehmed devrinde yaklaşık 1667 yıllarında Şükufename-i musavver adlı bir eser yazan Ali Çelebi ile 4. Murad’ın aynı zamanda hekimbaşılığını yapan Kasımpaşalı Emin Mehmed Efendi, Hoca Sadü’ddin zade Salih Efendi, Tophaneli hattat Mahmut Çelebi, Dede Bey, Koca Mustafa şeyhi Hasan Efendi, Sarıyerli Solak zade oğlu, Fındıklılı Molla Çelebi, Üsküdarlı Muharrem usta, Çorbacı oğlu, Eyüblü veli Çelebi, Hasankaptan zade ve Üçüncü Ahmed devrinde yaşamış Üsküdarlı Toygarbaba lakabıyla bilinen Hamza Çelebi’yi sayabiliriz.
Ülkemizde özellikle İstanbul, Edirne, Bursa gibi büyük şehirlerde eski devirlere ait Osmanlı bahçelerinin tasarımı, mimarisi, biçim ve içerikleri, kullanılan harç ve materyalleri hakkında yeterli derecede bilgi olmadığına, bunun yanında bahçe örneklerinin de günümüze ulaşmadığına temas etmiştik.
Bahçelerle ilgili bilgilere başta eski minyatürler, divanlar, tarihler ve özellikle, isimlerinden bahsettiğimiz çiçek ve bahçelere dair yazılmış eserlerle arşiv belgelerinde rastlanmaktadır. Bu kaynaklar klasik devirdeki Osmanlı bahçelerinin nitelik ve özellikleri hakkında yeterli olmasa bile aşağı yukarı bir fikir verebilmektedir.
Bu fikirler doğrultusunda, Osmanlı bahçelerinde genellikle dört köşe büyük mermer havuzlar, gölge veren ve meyve yetiştiren büyük ağaçlar, sarmaşıklı ve salkımlı çardaklar, set ve merdivenler, fıskiye ve selsebiller, çeşme ve ağzından su akan arslan heykelleri, gülistanlar, lalezar ve çemenzarlar gibi canlı ve cansız materyallerin bulunduğu yüksek ihtimal dahilindedir.
Osmanlı bahçelerinin tasarımlarında karakteristik olarak havuz (daha ileri dönemlerde yapay gölet ve şelaleler de mevcut), fıskiye, selsebil, çeşme, ağzından su akan heykeller v.s. gibi daha çok suya dayalı cansız materyaller ile çeşitli canlı materyallerin kullanılmasında, islamiyette yapılan cennet tasvirinin; “cennet içinden ırmaklar akan, büyük havuzlar ve şelaleler bulunan, çeşitli türlerde ağaçlar ile hurma bahçeleri ve üzüm bağlarından oluşan bir bahçe mekânı olarak vurgulanmaktadır” rolü büyüktür.
Osmanlı’da dünyevi mekânda bir cennet köşesi yaratma arzusu ile bahçelerinde bu tür canlı ve cansız materyalleri kullanarak karekteristik Osmanlı bahçesini meydana getirmiştir.
Bahçelerde canlı materyal olarak çınar, dişbudak, ıhlamur, karaağaç, çitlembik, defne, erguvan, ve ahlat v.s. gibi büyük ağaçlardan, gül, lale, sümbül, zerrin ve karanfiller v.s. gibi bezeme elemanlarından bahsedilebilir.
Bundan başka Osmanlı devri bahçelerinin mimari ve geometrik açıdan, bir tabiat taklidi eser olmadığını da kabul etmek gerekir. Bu durumda Osmanlı devri bahçesini, Osmanlı mimarisi gibi sadece milli bir zevk ve duygunun ürünü olarak düşünmek gerekir.
“Süs” ten ziyade “mantık” ve “fayda” ya önem veren bu zevk ve duygu, yarattığı bahçesinde de kendisini göstermiş ve bu nedenle çiçek kadar yemişe ve ağaca da değer vermiştir. Ayrıca Osmanlı devrinde Türk bahçesinin, bahsettiğimiz belli başlı unsurları gibi; bir ev veya bir konağın, bir köşk veya bir sarayın en önemli bir bölümü olduğunu da göz önünde bulundurmak gerekir.
Aralarında yerin konumu ve müsaadesine göre değişik şekillerde tasarlanarak yapılmış olanlar gibi bazı ayrılıklar bulunmasına rağmen içerik ve karakter itibariyle birbirlerine aşağı yukarı benzemektedirler.
Osmanlı devrinde İstanbul’da her ev veya konakta olduğu gibi padişahlara ait saray, kasır ve köşklerinde birer bahçesi olduğu bilinmektedir. Gerek Osmanlı tarihlerinde, gerekse basılmamış arşiv belgelerinde bu gibi yerlerden bahçe olarak bahsedilmektedir.
Önceleri sahiplerinin elinde iken sonraları ölüm, terk gibi daha birçok nedenden dolayı padişahlara intikal eden bahçeler de mevcuttur. Osmanlı sarayında bulunan asıl has bahçe haricinde, yine padişahlara tahsis edilen İstanbul bahçeleri de vardı.
Bilindiği gibi İstanbul’da Topkapı Sarayı’ndaki Has bahçe içindeki binaların bir çoğu ilim ve sanat öğretilen irfan yuvaları idi. Osmanlı’da ilim veya sanat akademisi sayılan bu yere Has bahçe denilirdi. Mimar Koca Sinan ile Mimar Mehmet Ağa’nın hep bu has bahçedeki çalışma mekânlarından ilham alarak yetiştiklerini biliyoruz.
Şahsi gelirlerinin bir kısmını veya şahsi zevklerinin belli bir bölümünü temin ve tatmin etmek amacıyla Osmanlı padişahlarının İstanbul’un muhtelif yerlerinde bahçeler tesis ve işletmeleri çok eski bir usuldü ve bu iş Osmanlı sarayında önemli bir yer işgal eden bostancılar sınıfının esas görevini teşkil ediyordu.
Ayrıca Rumeli’de Tunca ve Meriç vadilerinde Edirne sarayına bağlı geniş sahalar işgal eden bu cins bahçeler mevcuttu. Bostancı ocağında görevli kişiler, ya sarayın Has bahçesinde veya saray haricindeki, diğer bahçe ve bostanlarda hizmet ederlerdi.
Bostancı ocağı dokuz dereceli bir sınıftan oluşmaktaydı. Bahçe ve bostan işleriyle meşgul olan bostancılar, Has bahçe ve hassa bostancıları olarak iki kısımdı. Birinci kısım yirmi bölüktü ve sarayda Has bahçe’ye bakarlardı. Saray dışındaki bahçe ve bostanlarda çalışan bostancılar, üstat denilen başlarının gözetimi altında ayrı ayrı topluluk halinde idiler.
Daha sonraki tarihlerde hariçteki bahçelere de Hadaik-i hassa denilmiş ise de, asıl Gılman-ı Bağçe-i hassa ismi verilen bostancıların çalışmış oldukları mahal Has bahçe idi. İstanbul bostancı başısı her sene idaresi altındaki bütün bu bahçelerde yetişerek satılan mahsullerin defterini zamanında padişaha sunmak görevleri arasındaydı.
Dışarıda sebzelerin 200, çiçeklerin ise, yaklaşık 17 dükkanda satışa sunulduğu söylenir. Bütün hadaik-i hassa’yı aynı derecede ilgilendiren şu tarihi kayda da dikkat çekmek gerekir. Evahir-i c. ahir tarihli olan bu hüküm suretine göre bütün has bahçe’lere dikilen çınar, dişbudak, ıhlamur, karaağaç, çitlembik, meşe, defne, erguvan, ve ahlat ağaçlarının taze ve yetişmiş fidan halinde İzmit, Karamürsel ve Yalova’dan getirildiği anlaşılmaktadır.
Tarihi kaynaklarda ismi geçen belli başlı hasbahçe ve diğer İstanbul bahçeleri arasında şunları sayabiliriz;
Hicri 991 – 1146 yılları arasına rastlayan yirmiye yakın tamirat defterinde adları kaydedilmiş olan Bağçe-i Çiftlik, Bağçe-i Kiremidlik, Bağçe-i Mandıra-i İrva, Bağçe-i Mandıra-i Mirı, Bağçe-i Bab-ı Nev, Bağçe-i Kapudan Ali Paşa, Bağçe-i Çiftlik-i Şeyh Efendi, Bağçe-i Tırnakçı Hasan Paşa, Bağçe-i Ağa-i Darü’s-saade, Bağçe-i Kalender Paşa, Bağçe-i Sazlı Dere, Bağçe-i Yusuf Paşa, Bağçe-i Şah-ı huban, Bağçe-i Uskumru, Bağçe-i Merre Hüseyin Paşa, Bağçe-i Mustafa Paşa, Bağçe-i Haracı, Bağçe-i Mesih Paşa, Bağçe-i Aişe Sultan, Bağçe-i Umur, Bağçe-i Kuzguncuk ve Bahçe-i Fındıklı gibi bahçelerin tam olarak bulundukları yerler,yaptıran kişilerinin adları, tesisleri, bölümleri, mahsulleri ve diğer özellikleri hakkında bugün için esaslı bir bilgi mevcut değildir. Ayrıca bunlara yine Tersane civarındaki İskender Paşa, Cebeci köyü’nde Mustafa Paşa, Alibeyköy’de Mustafa Paşa çiftliği, Eyüb’de Hüsrev Bey çiftliği, Haznedar’da Çiftlik, Litroz köyü’nde (Bugün Bakırköy’e bağlıdır. Bu civarlarda bulunan Ferhad Paşa çiftliği’nde vakıf sularından Halkalı suyuna ait bir menba bulunmaktadır.).
Ferhad Paşa, Tuba köyü’nde İbrahim Paşa, Karabali civarında Liman-ı cedid, Tuzla’da Mehmed Ağa çiftliği, Topçular’da Valide Sultan, Rumeli ve Anadolu yakalarına rastlayan Boğazkesen, Çengelköy’de Kütel, Karaağaç’ta İbrahim Paşa, Yeniköy’de Feridun Paşa (veya Ağa) ile Eyüb Paşa, İmam iskele’nde Fatıma Sultan ile Hatice Sultan, Kağıdhane’de kasır ve Kadırga’da Osman Paşa, İbrahim Paşa Sarayı, Galatasaray, Taşlık ve Kuruçeşme civarında Gazanfer Ağa, Ahmed Paşa, Samandıra’da Kapuağası çiftliği, Kiremidlik ve Gökçelü köylerinde Defterdarzade İbrahim Paşa bahçeleri bir dereceye kadar ilave edilebilir.
Bulundukları yerlerden başka yine haklarında esaslı bir bilgi bulunmayan diğer bazı İstanbul bahçeleri arasında ise, Beşiktaş’ta Valide Sultan ile Valide kethüdası Mustafa Efendi bahçeleri ve Kazancıoğlu bahçesi, Ortaköy’de Bayram Paşa kethüdası Ali Paşa, Mehmed Paşa ve Halil Paşa bahçeleri, Göksu’da Küçük göksu, Bayram Paşa ve Sultan Beyazıd bahçeleri, İstavroz’da Mirimiran bahçesi’yle Mehmed Paşa, Yemişçi Hasan Paşa, Receb Paşa ve Nakkaş Paşa bahçeleri, Üsküdar’da Gaffuri Efendi, Defterdar Paşa, Bayram Paşa, Sinan Paşa ve Müsahib Paşa bahçeleri, Kuleli’de Mustafa Paşa bahçesi, Beykoz’da Cay-i Umur Bahçesi, Yenikapı’da Bab-ı nev ve Valide Sultan bahçeleri, Yedikule’de Mehmed Paşa bahçesi, Topkapı’da Valide Sultan ve Hasan Ağa-zade bahçeleri ile Halil Paşa, Fazlı Paşa veYemişçi Hasan Paşa bahçeleri, Südlice’de Caferabad, Hasanabad, Abdüsselam, Ebüssuud Efendi ve Bezirganbaşı bahçeleri, Küçükçekmece ile civarında Valide Sultan ve Mahmud Paşa bahçeleri ile Safraköyü ve Florya bahçeleri (Tamirat defterlerinde adına Florina olarak rastlanan bu bahçenin, Florina kuşları ile bir ilgisi bulanması olasıdır.
Aynı zamanda Flurya ismi altında onyedinci asır Ikinci yarısında mevcud olduğunu da bilinmektedir. Bir rivayete göre Florina kazasından gelip Çifteburgaz köyüne yerleşen ve sonrasında bugünkü Florya semtlerine kadar yayılan Rumlar birlikte getirdikleri Florina kuşlarını burada üretip çoğaltmışlardı, bugünkü Florya isminin buradan geldiği sanılmaktadır.), Yine Küçükçekmece civarında Harmanderesi mevkiinde Bahçe-i Sultani bulunmaktadır.
Belli başlı hasbahçeler olarak ise Davutpaşa Bahçesi, İskender Çelebi Bahçesi, Harami Deresi Bahçesi, Vidos Bahçesi, Siyavuş Paşa Bahçesi, Halkalı Bahçesi, Tersane Bahçesi, Karaağaç Bahçesi, Koca Yusuf Efendi Bahçesi, Beşiktaş Bahçesi, Dolmabahçe, Karabali Bahçesi, Üsküdar Bahçesi, Ayazma Bahçesi, Piyale Paşa Bahçesi, Haydarpaşa Bahçesi, Fener Bahçesi, İstavruz Bahçesi, Kule Bahçesi, Kandilli Bahçesi, Göksu Bahçesi, Çubuklu Bahçesi, İncirli Bahçesi, Sultaniye Bahçesi, Tokad Bahçesi, Büyükdere Bahçesi, Emirgune Bahçesi, Bebek Bahçesi gibi bahçeleri sayabiliriz.
|