Yaşlanma Korkusu
Yaşlılıktan korkmanın türü çoktur ve temeli kayıplara dayanır. Kazanma ve kaybetme kaygısıyla geçen yaşamın sonlarına doğru yaklaştıkça, kaygıların korkuya dönüştüğü görülüyor.
Yaşlanırken üç şeyi birden kaybedebilir insan: Aklını, cinselliğini, mal ve mülkünü. Bunlar arasında aklını yitirme korkusu daha sonra ortaya çıkar. İnsanlar ilk etapta cinselliğini ve parasını koruma altına almaya çalışırlar.
Demans
Başka hiçbir hastalık demans kadar insanı alçaltan bir biçimde tanımlanmaz. Onlara "ruhsuz bedenler" ya da "aklının terk ettiği insan" deniliyor. Hastalık sürecinde zihinsel kayıpların artmasıyla oluşan bu insan manzarasından büyük korkular ortaya çıkıyor. Tabii ki 20–30 yaşlarında değil, ama 40–50 yaşlarından sonra, bilinçaltında başlayan kıpırdanma bu düşünceyi bilincin üstüne doğru tırmandırıyor.
Eğer çevremizde demanslı biri de varsa, hayatımızın geri kalan kısmını zehir edebiliyor. Bugünün insanı belli bir yaştan sonra başka hiçbir hastalıktan, demanstan korktuğu kadar korkmuyor.
Kim ister ki "kafadan sakat", "deli" ya da "bunak" olarak tanımlanmak! Oysa böyle tanımlandığı andan itibaren zaten artık bunun farkında bile olmayacak. Demans ölüm gibi bir şey olmalı. Öldüğümüzü de bilmeyeceğiz, o zaman korkunun sebebi ne?
Bundan daha önemlisi demans hastalıklarının durmadan artıyor oluşu. Bu da haklı bir korkunun varlığına işaret ediyor. Korkunun sebebi demans değil, demansın insanı alçaltan yönü. İşin en kötü yanı da, demanslı hastaların, başlangıçta her şeyin bilincinde olmalarında yatıyor. Bir bakıma ölüşünü bilinçli olarak yaşıyor.
Günümüzde dünyanın en hızlı yaşlanan ülkesi olan Türkiye'de, demanslıların sayısında gelecek yıllarda güçlü bir artış olacak. Çünkü toplum yaşlandıkça demanslı hasta çoğalıyor. Demansla ilgili araştırmalar tüm hızıyla devam etmesine rağmen, bunların demanslılara ve ailelerine şimdiye kadar pek fazla bir faydası olduğu söylenemez.
Hastalığın sürecini yavaşlatan ama sonucunu ortadan kaldırmayan birkaç ilaç dışında, şu ana kadar bir başarı elde edilemedi. Bu yüzden demanslı insanlarla ilgilenme ve onlara hastalık boyunca refakat etmede yeni bir kültürün ortaya çıkması gerekiyor.
Bu kültür uzun yaşamayı arzu eden herkesi yakından ilgilendiriyor. Bir gün demanslı olunca nasıl yaşamak isteriz? Bu soruya bulacağımız cevaplar, hem kendimiz hem de demanslı insanlar için büyük önem taşıyor.
İnsan sadece "kafadan" mı meydana gelir? Düşünme yetenekleri ortadan kalkınca kendimizi kaybeder miyiz, yoksa kendimizi de bulabilir miyiz? Demanslıların demanssızlardan üstün oldukları yönler var mıdır?
Normal mantıktan hareket edilince bu sorulara olumlu bir yanıtın gelmesi mümkün değil. Dünyayı demanslının gözüyle görebilirsek, durum değişebiliyor. Özellikle demanslı hastalarla yaşamını sürdüren "bakıcıların", ki bunlar genellikle hastanın kızı ya da gelini oluyor, edindikleri tecrübelerden hareket edersek, demanslı insanlar hakkındaki düşüncelerin yanlış oldukları da görülüyor.
Örneğin annesi demanslı olan bir Alman kadın, onunla "bugün" kurduğu ilişkinin hiçbir zaman "bu kadar derin olmadığını" belirtiyor. Eskisi gibi çözüm olanaklarını kullanamadığından, annesinin "normal" olmadığını belirten bu kadın, buna rağmen "bugün annemle parkta el ele yürürken, bunun zevkine varıyorum" diyor. "Demans hastası" teriminin kullanılmasına da karşı çıkıyor ve "demanslı insan" ifadesinin daha doğru olduğunu belirtiyor.
Bu kadının edindiği en önemli tecrübe, demanslı bir insanın da tamamen mutlu bir yaşam sürdürebildiği ve sevinç duyabildiğidir. Demanslı insanlar, hesap yapmayı, yazı yazmayı unutabilirler, çevrelerindeki insanları dahi tanıyamayabilirler ama "duygular kalıcıdır!".
Cinsellik
Gençler yaşlılığı, cinsel arzu ve duyguların yitirildiği bir yaşam dönemi olarak kabul etse de, yaşlılar bunun doğru olmadığını bilir. "Cinsellik yaşlanınca yok olmaz... Gençler gibi yaşlıların da dokunulmaya ve okşanmaya ihtiyacı olduğu için."
Almanya çapında yürütülen "Yaşlılıkta Cinsellik İçin" adlı projenin yanı sıra buna benzer diğerlerinin de büyük bir ilgiyle karşılandığı belirtiliyor. Eğer bu doğruysa, bu projelerin gelecek yıllarda önemi daha da artacak.
Yaşlılığın yalnızlık dönemi olmasına karşı iyi bir alternatif sunan böyle projelerin, yakın bir gelecekte Türkiye'de de ihtiyaç haline gelmesi mümkün. Fakat sadece Türkiye'de değil, bütün ülkelerde cinsellik ve yaşlılık, ateşle barut gibi yan yana gelmelerinden korku duyulan iki kavramdır.
Her şeyi açıkça ifade edebildiğiyle övünen entelektüellerin birçoğu, kendisini dahi inkâr edercesine, "yaşlılık ve cinsellik" konusuna dokunulmasından utanç duyar, sıkılır, "ayıp" bir konu olarak algılar.
Yaşlılığın kadınsallığı
Yaşlılığın "kadının problemi" olduğu söyleniyor. Çünkü kadınlar erkeklerden daha uzun yaşıyorlar. Bu yüzden erkeklerin daha uzun yaşamaları gerekiyor. Bu da herkesin kendisiyle alakalıdır. Yaşam biçimlerinden kaynaklanan yaşam süresindeki fark, erkeklere bir sinyal teşkil etmelidir. Daha az stres ve daha az hırs, erkeklerin ömrünü mutlaka uzatacak.
Yaşlıların sayısı çoğaldıkça korkuların cinsi de değişiyor. Öncelikle yaşlılıkta sağlığın korunmasıyla ilgili olan sorularda yoğunlaşma olur. Bunun yanı sıra yaşlanma şansını elde eder ve tüm çabalarına rağmen sağlığını koruyamazsa, kendisiyle ilgili kararların kim tarafından alınması gerektiğine kendisi karar vermek, miras paylaşımını vaktinde kendisi ayarlamak isteyen yaşlıların sayısı da arttı.
Türkiye'de henüz yabancısı olduğumuz bu sorunlar, yaşlı hastalanınca ya da öldükten sonra birçok ailenin karışmasına yol açıyor. Tabulaştırılarak vaktinde üzerinde durulmayan konular, gerçek olunca aile üyeleri arasında tartışmalar, küskünlükler, kırgınlıklar, kavgalar ortaya çıkıyor. Yaşlılık, aileleri parçalayan bir unsur haline de gelebiliyor.
Bu yüzden yaşlı toplumlara sahip Batılı ülkelerin birçoğunda, yaşlıları bu konular hakkında aydınlatan, onlara nasıl davranmaları gerektiği konusunda tavsiyelerde bulunan uzmanlar görev yapıyor.
Özellikle büyük kentlerimizde yaşlı nüfusun yoğunluğu giderek artıyor. Bu insanlar dile getiremedikleri birçok sorularla meşgul oluyorlar. Onlara yol gösterilmesi, sadece kendileri için değil, aynı zamanda aileleri için de faydalı olur. Türkiye'de de böyle projelerin başlatılmasının zamanı geldi.
Goethe, korkulması gereken tek şeyin korkunun kendisi olduğunu söylerken, korkuyla ilgili birçok yazar ve düşünürün söylediğini, tek bir cümleyle özetliyordu. Yaşlanma korkusunun ardındaki korkuları silmek için, bunlar üzerine konuşmaktan korkmamak, yani korkunun kendisini yenmek gerekiyor.
Yaşlanan insanların demanstan dolayı kötü bir yaşlılık geçirme olasılığı, yaşlılıkta şiddete maruz kalmaları kadar yüksek olmadığı halde, bundan korkan insanların sayısı pek fazla değil.
Bedeninin gücüne güvendiği sürece, yaşlılığında dayak yiyebileceğini aklından geçirmeyen birçok yaşlının, özellikle bakıma muhtaç olan yaşlıların, kapalı kapılar ardında şiddetin çeşitli türlerine maruz kaldıklarını ortaya koyan az sayıdaki yazarın verdiği bilgiler, psikolojik baskılardan kaba kuvvete kadar çeşitli şiddet türleriyle, yaşlıların çok kötü koşullar altında yaşadıklarını belirtiyor. Şiddet hem profesyonel bakıcılar hem de aile üyeleri tarafından uygulanabiliyor.
|